Ek Bilgi 1

Neden göstergebilimle (semiyoloji) yola çıktığımı merak edenler için:

Notların ilk bölümlerinde de belirttiğim gibi, gösteri sanatlarının öncelikle iki ya da daha çok sayıda kişi arasında anlam üretimi ve paylaşımından, yani iletişim ortamlarından oluştuğunu savunuyorum. Anlamın ne, iletişiminin de nasıl olduğunu irdelemek isteyince bu konularla öncelikle göstergebilimin ilgilendiğini görüyorum.

Göstergebilimin temel kavramları yirminci yüzyılın başlarında, İsviçre’de Ferdinand de Saussure (Sosür okunur) adlı dilbilimci, ABD’de ise Charles Sanders Peirce (Pörs okunur) adlı pragmatist filozof tarafından ortaya atıldı. Saussure işi gereği dile odaklanmıştı, Peirce ise daha geniş kapsamlı düşünüyordu. Birbirlerinden habersiz olmalarına karşın söyledikleri arasında şaşılacak benzerlikler vardı. Ancak, her ikisi de başı sonu belli kuramlar kaleme almak yerine yeni bir bakış ve inceleme yöntemi konusunda ipuçları verip kısa bir süre sonra öteki dünyaya göçtü. Yani, arkalarında yoruma ve bir parça da karmaşaya epeyce açık bir miras bıraktılar.

Saussure ve Peirce’ün ardından göstergebilim birçok koldan hızla büyüdü; dilbilimden edebiyata, psikolojiden reklamcılığa, antropolojiden mimariye değişik alanlarda uygulanmasının yanısıra başta yapısalcılık (structuralism) olmak üzere değişik inceleme yöntemleri oluştu. O arada, özellikle teknolojik gelişmelerle bağlantılı olarak, genelde “iletişim” (communications) başlığı altında toplanan yeni çalışma alanları da ortaya çıktı. İletişimin göstergebilimle aynı konularla ilgilendiğini, yalnızca ağırlık verdiği noktaların farklı olduğunu söyleyebiliriz. (İletişimci John Fiske’in İletişim Çalışmalarına Giriş adlı kitabını her iki alanı birlikte ve net bir biçimde ele alması açısından önerebilirim.)

Göstergebilim/iletişimin alt kategorileri olarak üç “uzmanlaşma” alanından söz edilir:

  1. Syntactics (“sentaktik”)Göstergelerin anlamına değil iletişimine odaklanır. Bilgi kuramcısının (information theorist) temel alanıdır.  Matematiğe yönelir.
  2. Semantics (“semantik,” “anlambilim”): İletilen ve algılanan göstergelerin anlam kazanabilmesi için ileten ve algılayanın üzerinde uzlaştığı semantik anlaşmalara (conventions) odaklanır.  Felsefe ve mantığa yönelir.
  3. Pragmatics (“pragmatik,” “edimbilim”): İletişen tarafların birbirini etkilemesiyle ve anlamın davranışlara ve bağlama göre biçimlenmesiyle ilgilenir. Psikolojiye ve sosyolojiye yönelir. Pragmatik incelemenin kapsamının, sınırlarının nerede bittiği belirsizdir, hatta çok farklı inceleme alanlarını bir başlık altında toplamak amacıyla yaratılmış yapay bir kategori olduğu da söylenebilir. Ancak, özellikle bağlamın sözsel iletişimdeki belirleyiciliğini vurgulaması açısından, performans kuramlarıyla ilgilenenler için pragmatik incelemeler önemli bir kaynak oluşturur. (Watzlawick, 20-23)

Şunu da merak edenler olabilir:

1960’lara gelindiğinde göstergebilim ve özellikle de onun uzantısı olan yapısalcılık (structuralism) teknik inceleme alanı olmanın ötesinde entelektüel çevrelerde epeyce bir modalaştı ve bence işin suyu çıkmaya başladı: yapısalcılığın devamı sayılan ve “yapısalcılık-sonrası” (post-structuralism) olarak anılan, çoğu Fransız, yeni düşünürler belirdi. Bu ve bunu izleyen “yapıbozma” da (deconstructionism) 1970’lerin, hatta 1980’lerin entelektüel modası oldu. O nedenle, bu siteyi okuyanlardan semiyoloji ve yapısalcılığı kullandığımı görüp “hani bunun devamı nerede? Jacques Derrida, Jacques Lacan, Jean Baudrillard, Jean-François Lyotard nerede?” diye soranlar olabilir. Yanıtım şöyle:

Giriş bölümünde de belirttiğim gibi, bu notları gösteri sanatlarının uygulamasıyla uğraşan kişiler için elimden geldiğince faydacı bir gözle yazıyorum. Söz konusu bu Fransızların  düşüncelerini ben somut araştırmalardan ve kapsamlı uygulamalara hedefli kuramlardan yola çıkılıp retoriğe, hatta arada bir anlamsızlaşan spekülasyonlara varılması olarak görüyorum — en azından, konuyu felsefeyle edebiyat eleştirisi arasında bir yere taşıdılar ve amaçları öncelikle yerleşik felsefenin dengesini bozmaktı.

Felsefeyle ilgilenenlerin doğru ya da ilginç bulabileceği ve benim kavrayamadığım şeyler söylemiş olabilirler ama ben söylediklerinde bizim işimizi daha iyi anlamamızı sağlayacak, yeni fikirler ve uygulamalar üretmemize yardımcı olacak kuramlar bulamıyorum. Ayrıca, bu akımların bir dönem modalaşmasında tıpkı Fransız mutfağının Kuzey Amerika’da “damak tadı olan bunu yer” diyerek pazarlanması gibi, Fransız “filozofluk” geleneğinin dev Amerikan akademik pazarına ithal edilmesinin ve birçok akademisyenin bundan nasiplenmesinin payının olduğuna da inanıyorum.

Göstergebilim ve yapısalcılıktan bu yana bizler için yararlanabiliriz diyebileceğim en önemli gelişme, kognitif psikologların ve sinirbilimcilerin (neuroscientists) son yirmi yılda anlamlandırma, ileti ve algı konularında yürüttükleri, giderek yoğunlaşan bilimsel araştırmalar. Bu araştırma sonuçlarının bilimci olmayanların anlayabileceği biçimde sunumu yeni başlıyor diyebiliriz. Ben bu bulguları elimden geldiğince yakından izlemeye çalışıyorum ve bu sitede arada bir sözünü ediyorum, ancak, yararlandığım kaynaklar tabii ki “genel” kitaplarla sınırlı.

Kognitif bilimlerdeki gelişmelerle ilgili okuduklarımdan iki genel sonuç çıkarıyorum:

Birincisi, bu araştırmalarda göstergebilimcilerin ve yapısalcıların söylemiş olduklarının yanlışlığını gösteren bulgular hemen hiç yok. Hatta, bu bulgular şimdiye kadar söylenenlerle çelişmek yerine bütünleyici nitelikte.(Ratey, 3)

İkincisi, “kognitif” (cognitive) kelimesi başta ABD olmak üzere birçok ülkede yeni bir akademik şemsiye olmuş gibi: herkes bir yolunu bulup altına başını sokmaya çalışıyor. İçerdekilerin her birine “kognitif kelimesiyle ne kastediyorsun?” diye sorsak epeyce farklı yanıtlar alırmışız gibi görünüyor. Bunların bazılarının söylediklerinde ben yeni bir şey göremiyorum (örneğin, müzik kognisyonu (music cognition), eski terimleri daha teknik havadaki yenileriyle değiştirip her zaman söylenenleri tekrarlıyor). Söylemek istediğim şu: Kognitif bilimlerdeki gelişmelere ilgisiz kalmamamız gerektiğine inanıyorum ama bunu yaparken epeyce dikkatli olmak, işin aslıyla astarını birbirinden ayırdedebilmek gerek.