Burada “Bale Üzerine” başlıklı art arda üç yazı olması ve diğer yazılarda kavramlara odaklanmaya özen gösterirken, bunlarda bir parça kronolojik sıra izlemem tuhaf görünebilir. Nedeni şu:
Bale kendiliğinden değil, daha çok düşünce ürünü olarak ortaya çıkmış bir sanat dalı. Son derece net kuralları ve bir malzeme dağarcığı olan (benim şahsen tuhaf, dolayısıyla da ilginç bulduğum) bir “disiplin.” Diğer sanatlar arasındaki konumu, amacı, nasıl olup nasıl olmaması gerektiği sürekli konuşulup tartışılmış. Beş yüz yıllık bale tarihindeki tartışmalarda bu sitede sözünü ettiğim kavramların birçoğuyla hesaplaşılmış olduğunu farkedince bir dönem merak ve keyifle bale tarihini okudum, notlar aldım, o notlardan da bu üç yazı oluştu. Bale tarihi olarak değil, sitede ele aldığım kavramları “bale üzerinden” izlemek üzere okunabilir.
______________________________
Bugün gösterim dansı (presentational dance) diye sınıflandırdığımız uygulamaların baleden doğduğunu, balenin de ne zaman, nerede ve nasıl başladığını biliyoruz: Kaynağı, onaltıncı yüzyılda İtalya ve Fransa’da ortaya çıkan “Saray Balesi” (Ballets de Cour; Court Ballet).
Saray balesi, adı üstünde, sarayda icra ediliyor. Temelde, saraylarda öteden beri düzenlenen danslı davetlerin, görkemli şölenlerin, eğlencelerin giderek düzenlenip gösterileştirilmesiyle, yani koreografiye tabi tutulmasıyla biçimleniyor. Dansı edenler aristokrat sınıfından meraklı amatörler. Koreografiyi yapanlar da bu konuda uzmanlaşmış, profesyonel dans hocaları. Son derece şatafatlı dekor, kostüm ve aksesuar kullanılıyor.
Anlaşıldığı kadarıyla, koreografiden kastedilen, kişilerin dans alanında gruplar halinde geometrik şekiller, sıralar falan oluşturmaları. Yani, koreografi bugün olimpiyat açılışlarında ya da törenlerde gördüğümüz türden hareketli biçimler yaratılmasından oluşuyor. Bu hareketli “zemin desenleri”nin (floor patterns) görülebilmesi için izleyiciler yüksek yerlerde oturup dans edenlere yukardan bakıyorlar. Harekette kullanılan dans adımları amatörlerin becerebilmesi için oldukça basit (dans edenlerin (özellikle kadınların) tepeden tırnağa kat kat giysileri nedeniyle yürümekten öte bir şey yapabilmeleri zaten olanaksız gibi).
İlk dönemlerde bile gösteriyi bir temayla, bir öyküyle ambalajlamaya çalışıyorlar. Oldukça basit bir öykü seçiliyor ve izleyenlere aktarılabilmesi için yer yer kaba pandomime, şarkılara, şiirsel monologlara, vb. başvuruluyor. Bu danslara müzik eşlik ediyor ve gösterinin kurgusunda rolü büyük. Hatta besteciyle dans hocası birçok durumda birlikte çalışıyor.
Saray balelerinin en ünlüsü, 1581’de Paris’te gerçekleştirilen muhteşem Ballet comique de la reine hakkında Encyclopedia Britannica’daki paragrafı çeviriyorum:
Bu “bale” efsanevi büyücü Circe’nin ve yaptığı kötülüklerin öyküsünü anlatıyordu. Muhteşem süslü dekorlar eşliğinde sözlü metinlerle danslar birbirini izliyordu. Soylulardan oluşan oyuncuların dans alanındaki hareketleri danseden bireylerden çok, hareketli kostümlere benziyordu. Çarpıcı biçimlerde düzenlenmiş kümelenmeler, güçlü simgesel anlamları olan geometrik şekiller oluşturuyordu. (Bu dönemin izleyicileri için, örneğin, eşmerkezli üç daire Mükemmel Gerçek, bir daire içindeki iki eşkenar üçgen Yüce Güç simgesi sayılıyordu.) Orada bulunan majestelerine sadakat sunumuyla biten bale belirgin bir siyasi mesaj iletiyordu: Circe kendi gücünü barışçıl ve uyum içindeki bir dünyanın yüce simgesi olan Fransa kralının mutlak gücüne teslim ediyordu. (1)
Saray baleleri tarihinin ayrıntılarına girmemize burada gerek yok. Ancak, balenin temeli sayılan bu gelişmedeki birkaç özelliğe dikkat etmek gerekir:
Saray balelerine “bale” adının konduğu onaltıncı yüzyıl başlarından geriye doğru, pişen yemeğin malzemesinin ne olduğuna baktığımızda, çok eskilerden gelen mim tiyatrolarının, halk danslarının, maskeli şenliklerin, dini törenlerin, şövalye eğlencelerinin, festivallerin hepsinin tencereye girmiş olduğunu görüyoruz. Ama ağır ateşte, uzun bir süre pişen yemek hazır olduğunda, tencereye nelerin girmiş olduğunu kestirmek olanaksızlaşıyor, yalnızca aristokrat sınıfı tarafından, yalnızca sarayda yenmek üzere çok özel bir yemek çıkıyor ortaya. Saray balesinin birinci özelliği saraya özgü ve saraya ait oluşu; yani, “elit” bir etkinlik.
İkinci önemli bir özellik: Yemek tencerede pişerken, ondördüncü yüzyıl dolaylarında birileri ellerinde adına Rönesans denilen, o güne kadar hiç rastlanmadık birtakım baharatlarla çıkagelmiş. Bildiğimiz gibi, herkes bu baharatlardan nasiplenmiş, büyük değişiklikler olmuş, vb. Aristokrat sınıfı için pişmekte olan bu yemeğe de bunlardan birçoğu serpilmiş ama özellikle “antik çağlara özenme” adını verebileceğimiz baharat çok tutmuş. Antik Yunan ve Roma mitolojilerine, sanatına ve sanat uygulamalarına aşinalık bugünkü deyimlerle “hava basma” aracı, “entellik” gösterisi olmaya başlamış. Bu baharat baleye daha ilk günlerinden öyle bir girmiş ki, tencereye sinmiş keskin mi keskin kokusundan kurtulmak dört yüz yıl almış.
Yemek benzetmemize devam ederek üçüncü önemli bir noktayı belirteyim: Yemeğin hazır olmasına yakın tencerenin yanında birtakım önlüklü, şapkalı aşçılar belirmeye başlamış. Bunlar hem bu yemeğin nasıl pişirileceğini hem de nasıl yeneceğini bildiklerini, bu işin aşçısız uzmansız yapılamayacağını savunmuşlar ve statülerini kabul ettirmişler. Daha önceleri saraydakilere sosyal dansları öğretmesi için tutulmuş, “dans ustası” ya da “dans öğretmeni” (maître de ballet) diye bilinen profesyoneller bunlar. Uzunca bir süre bütünüyle İtalyan ve Fransız erkekler tarafından icra edilen bu meslek zamanla “koreograf” adını almış. Ve de ününü pekiştirip mesleğini sağlama almak isteyen aşçılar nasıl hemen yemek kitabı yazarsa, bu dans ustaları da epeyce başlarda bile bale nedir ve nasıl yapılır konularında görüşlerini kaleme almaya başlamışlar.
(Balenin çıkışını anlatmaya oturduğumda aklıma bu yemek benzetmesinin gelmesine neden, bu ilk koreografları okuduğumda gözümün önüne hep göbekli, herkese “görgüsüz” diye küçümseyerek bakan, burnu havada İtalyan ve Fransız aşçı tiplemeleri gelmesi. Neyin güzel neyin çirkin, hangi hareketin zarif hangisinin kaba olduğu konusunda kesin hükümleri var. Nitekim bu adamlar ilk zamanlar saraydakilerin “adabımuaşeret” eğitimini de, yani “soylu” davranış kurallarını öğretmeyi de üstlenirlermiş. Bu kurallar eminim her türlü toplumsal kod ve çerçeve gibi yıllar boyunca etkileşimlerle yavaş yavaş biçimlenmiştir, ama bazılarını bu adamların kafadan uydurup sonra evrensel kurallarmış gibi yutturduklarından şüphelenmiyor da değilim.)

Ta 1589’da balenin günümüze kadar gelen en temel kuralının yazıya döküldüğünü görüyoruz (Orchésographie): bacaklar dışa dönük, ayaklar açık olacak. Neden? Teknik nedenlerden çok, daha “şık,” “asil” göründüğüne karar verildiği için. Buna bağlı olarak balenin beş temel pozisyonundan üçü de bu 1589 tarihli yazıda kabaca tanımlanıyor.
Onyedinci yüzyıl boyunca balenin saray eğlencesi kimliğinden kurtarılıp kendi başına bir “disiplin” oluşturmasına, profesyonelleşmesine uğraşılıyor. Bale ustaları 1661 yılında kraldan Paris’te Kraliyet Dans Akademisi’ni (Académie Royale de Danse) kurma iznini çıkarıyorlar. Bu, balenin kurumlaşıp merkezileşmesi yolundaki en önemli dönüm noktası oluyor. (Söz ve şarkının kullanılmadığı, bütünüyle profesyonel ilk bale gösterisi 1681’deki Le Triomphe de l’amour (Aşkın Zaferi) sayılır. (2)) Sonuçta, onsekizinci yüzyıla varıldığında “klasik dans” diye bir kavram, kurallaşmış pozisyon ve hareketler, bedeni gösteren giysilerle ve topuksuz pabuçlarla danseden profesyoneller, bale okulları, ciddi görüşler ve yeni teknikler ortaya atan öğretmen-koreograflar artık adamakıllı yerleşiyor.
______________________________
(1) www.britannica.com/EBchecked/topic/849211/Western-dance
(2) www.britannica.com/art/Western-dance/During-the-17th-18th-and-19th-centuries#ref384814